21 Ocak 2009 Çarşamba

“Kadının istediği, Tanrı’nın istediğidir.”


Güzel bir kadının, bir başka güzel kadınla yan yana geldiğinde birbirlerini, bütün yırtıcılıklarıyla, süzüyor olmalarını, bir şeylerin ters gittiğine yormadım Gerçek bir manzaraydı bu, kurak bir vadinin, volkanik bir dağın ya da görkemli bir şelalenin manzarası gibi, bütün tabiatlarıyla gözlerimin önündeydiler. Ve sonra, betimleyemediğim düşmanlıklarını, er ya da geç güneşe teslim olan gölgelerin ardına sakladılar yavaşça; yerlerini güler yüzlü, sıcak gösteriler aldı. Merve, tedirginliğini üzerinden atarak, nereye varacağını bilmediği bir yola, benimle girmişti bir kez daha. Yeliz ise, beyaz kediydi.. İçtiğimiz şaraplara keyifli sohbetler karıştı. Parfüm kokuları karıştı. Cümleler karıştı bazen. Eski bir ata sözü üzerine, dakikalarca tartıştık. Dünyayı döndüren değnek, kadınların elinde miydi ? Yoksa, bu onların sadece, güç buldukları inançlarından mı ibaretti ? Meraklı sorular karıştı. Hızlı cevaplar karıştı. Kadehler karıştı. Sarhoşluğumuz karıştı herşeye. Kadehleri tazelerken, bunu fırsat bilen Yeliz’in, “Tanışıklığınız eski anlaşılan, bana senden bahsettiğini hiç hatırlamıyorum” derken buseleri belirginleşti yanaklarında. Bu üstü kapalı soruya yenik düşen heyecanını saklamak için elindeki sigarayı, kül tablasına bıraktı ve, “Bilirsin, çok şey anlatır ama hiçbir şeyden bahsetmez,” demekle yetindi Merve. Yeliz’in almak istediği cevapların, üstü açıktı. İçimini hızlandırdığı şarabı, onu meraklı gösteriyordu. Ağzındaki yudumu, boğazına döktüğü gibi, nefes almadan, yeni bir soru cümlesine başlıyordu. Karşımda, tam da bahsini yaptığımız ata sözünün hakkaniyeti.. “Kadının istediği, Tanrı’nın istediğidir.” Pencere kenarındaki kalorifer peteklerinin üzerine dayandım. Ayakta olmak, beni daha güçlü gösteriyordu diye belki. Önce Yeliz’e, sonra Merve’ye baktım. Arabaların son hızla vızırdadığı bir caddeden karşıya geçecekmiş gibi, sağımı ve solumu kontrol ediyordum. O kadar bencil gözüküyorlardı ki, varlığımın benden başka kimse farkında değildi. Yeliz, aylar önce satın aldığı bir çantayı kaybetmiş, onu arıyordu. Merve ise, bir ruj beğenmişti kendine. İstedikleri, ben bir çanta, ben bir rujmuşcasına, sahip olmaktan öte neydi beni ? Aşk diyorlardı.. ..Önce elimi, Yeliz’in çıplak vücuduna değdirdim. Dudaklarını hırçınca öptüm. Elinden tutup nazikçe yerinden kaldırdım. Sanki enfes bir tahtayı işleyecekmişcesine, büyük bir dikkatle, yere serdim onu. “Bu bir rüya ve bizler ilk defa insanız,” diye fısıldadım bir kulağına. Merve’nin açık avcunu yakalayıp, yanıma aldım. Yere boylu boyunca uzanmış, ellerimizde varolduğunu sandığımız fırçalarla, gözlerimizin baktığı tavanı boyamanın arzusu yakıyordu vücutlarımızı. Bütün karmaşıklığını yaradılışımızın, bir tavana, olduğu gibi boyamak.. Birbirimizi öpüyorduk. Tek tek, her yerini vücutlarımızın, öpüyorduk. Sanki, yıllardır insan görmemiş, keşfedilmemiş bir adanın ev sahipleri gibi…. Yanlış seçimlerin, yanlış olmamam gereken, benim kabullenemediğim bir hayatın içine alacağını beni bilseydim, seçimlerden hep uzak kalmayı yeğler, en büyük yanlışı yapardım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder